Kültür ve Turizm
ESKİ CAMİ
Çarşıbaşındaki Kilisenin 1102 yılında St. Paul Katedrali olarak yapıldığı söylenmektedir. Roma sitilinde kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı geniş, dışa bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları ile dikkat çekicidir. 1415 yılında Ramazanoğlu Ahmet Bey tarafından onarılarak camiye çevrilmiştir. . Bazı kaynaklarda Ortaçağın başlarına ait bir Ayasofya Kilisesinden söz edilir ve Papa’nın elçisi Mainz Piskoposu Konrad Von Wittelsbach’ın 6 Ocak 1198’de burada,Ruppenlerden l.Leon’u Ermeni Kralı olarak tanıdığı ve taç giydirmiş olduğu anlatılır.1704’de Tarsus’a gelen P.Lucas’da burada bir Grek ve bir Ermeni Kilisesinden söz ederek Ermeni kilisesinin Paulus’un kendisi tarafından inşaa edildiğini belirtir.1851 yılında Tarsus’a gelen V.Langlois de bu kiliseyi ziyaret etmiştir. Roma stilinde kalın ve yüksek duvarları,iç kısmı geniş,dışa bakan tarafı dar,derin pencereleri ve kalın sütunları dikkat çekicidir.
Kilisenin bahçesine.batı yönde bulunan ve cephesi oldukça süslü bir kapıdan girilir.Yapı bu bahçe içerisinde yaklaşık 460 m2.lik bir alanı kapsamaktadır.Kesme taşlarla inşaa edilen yapının dış uzun cephelerinde kör kemerler bulunmaktadır.Batıdaki ana kapıdan girilen salonun genişliği 19.30 m.,uzunluğu 17.50 m.dir.Girişin sağında ve solunda birer yarım plaster sütun ve bu sütunların hizasında salonu üç sahına (nef) ayıran, ikişerli iki sıra halinde dört serbest sütun yer alır. Kuzey ve güney duvarlarda da yine yarım sütunlar bulunmaktadır. Aslında bu sütunlar gri renkli granit olup, antik çağ yapılarına ait olmaları muhtemeldir.Orta salonun genişliği 12.60 m. olup, üzeri tonozludur.Tavanın merkezine rastlayan bölümde,ortada Hz.İsa olmak üzere doğuda Yohannes ve Mattaios,batıda Marcos ve Lucas’ın freskleri bulunmaktadır.Yapının kuzey-batı köşesinde ise bir çan kulesi yer almaktadır.Yapı ve çevresi yıl içerisinde oldukça büyük bir restorasyon görmüş, çevre düzenlemesi ve istimlak ile düzenlenmiştir.
AZİZ PAULUS
Hıristiyanlık dininde çok önemli biridir. Yahudi kökenli bir aileden gelen Paulus yada yahudi adı olan Saul M.S. 3 yılında Tarsus’da doğmuştur. Baba mesleği olan çadır bezi dokumacılığı yapmıştır. 13 yaşına doğru hahamlıkla ilgili öğrenim görmesi için Kudüs’e gönderildi. Doğduğu kent olan Tarsus’a döndüğünde çifte vatandaşlık hakkını elde etti yani hem Tarsus hem de Roma vatandaşı oldu. M.S.34’e doğru yeniden Kudüs’e gitti. Hıristiyanlık dinini yaymaya ve öğrenim görmeye devam etti. Bu arada Antakya’da Hıristiyanlık öncülerinden Barnabas ile Hıristiyanlık konusunda çalışmalar yapan Saul adını Roma adı olan Paulus ile değiştirdi. M.S.36 yılında hiç ummadığı bir anda İsa ile karşılaştı. Bu karşılaşma sonrasında İsa’nın yolunda ilerleyeceğini açıkladı. Hıristiyan inancının temel öğelerini öğrendi. Tarsus’a döndüğünde Hıristiyanlık çalışmalarına devam etti. Ve bir Hıristiyan topluluğu kurdu 43 yılında Barnabas’la yeniden karşılaşan Paulus Hıristiyanlığa inananları ziyaret için tekrar Kudüs’e gitti. Barnabas ile ayrılan Paulus ikinci dinsel görevine Silas ve Timetheos adlı din adamları ile devam etti. Suriye, Kilikya, Anadolu, Efes, Kayseri, Filibe, Selanik, Pire’ye gitti. Bazı söylentilere göre M.S.62 yılında serbest bırakıldığı, bazı söylentilere göre ise de M.S. 66’da idam edildiği söylenmektedir.
ST. PAUL KUYUSU
Tarsus İlçe Merkezinde, Kızılmurat Mahallesinde Cumhuriyet Alanının yaklaşık 300 m kadar kuzeyinde, eski Tarsus evlerinin yoğun olduğu bölgede, öteden beri St. Paul’un evinin yeri olarak kabul edilen bir avluda bulunan kuyu, St.Paulus Kuyusu olarak bilinir. Bu evin bahçesinde yakın zamana kadar yapılan küçük bir kazı çalışmasında bazı duvarlar ortaya çıkarılmıştır. St.Paulus’un Hıristyanlık için önemine bağlı olarak, bu kalıntıların ve kuyunun çok eskiden beri kutsal sayılması, kentte yakın zamana kadar yaşayan Hıristiyan cemaatinin inancının izleri olarak yorumlanmaktadır.
Halen çevre düzenlemesi ve çevre istimlakleri yapılmış olan kuyunun çapı 1.15 m.dir. Ağız taşının silindir biçiminde olmasına karşın, asıl kuyu gövdesi kare biçimindedir ve dörtgen kesme taşlarla yapılmıştır. Derinliği 38 m olan kuyunun suyu yaz- kış hiç eksilmez. Kudüs’e hacı olmak için yöreden geçen Hıristiyanlarca kutsal sayılan bu kuyu suyundan içilir. Bunun yanı sıra yapılan kazı çalışmalarında St.Paulus’un doğduğu ev olarak tahmin edilen evin taş duvarları St.Paul Kuyusu’nun hemen yanında gün ışığına çıkarılmıştır.
TARSUS MÜZESİ
Tarsus Müzesi, 1557 Yılında Ramazanoğullarından Kubat Paşa tarafından açık avlulu medrese olarak yaptırılan ve 1966 yılında restore edilen Kubat Paşa Medresesi’nde uzun süre hizmet vermiştir. Daha sonra 1998 Yılında hizmete giren Tarsus 75. Yıl Kültür Merkezi kompleksine taşınmıştır. Müzede 4.127 adet arkeolojik, 1.339 adet etnoğrafik, 6 adet el yazması kitap, 167 adet mühür ve 16.412 adet sikke olmak üzere toplam 22.251 adet eser bulunuyor.Ancak bunların 1.950 adedi sergilenebilmektedir.
Eserler Paleotik, Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit, Urartu, Grek, Roma, Bisans, Selçuklar, Osmanlı dönemlerinden.
Pazartesi günleri dışında hergün 08:00-12:00 ile 13:00-16:30 saatleri arasında açık.
GÖZLÜKULE
Neolitik Çağda (İ.Ö. 5000) toprak tepe üzerinde kurulmuş en eski medeniyeti yaşamasıyla Anadolu kültürüne ışık tutan önemli yerleşim merkezlerinden biridir. İlk çağda Tarsus limanı olarak kullanılmıştır. Şehrin güneydoğusunda bugün park olarak ağaçlandırılmış 300 m. uzunluğunda ve 22 m. yüksekliğinde bir höyüktür.
Burada 1934-1938 ve 1947 yıllarında Hetty Goldman tarafından yapılan Arkeolojik kazılarda, Neolitik dönemden İslam dönemine kadar çeşitli yapıtlar bulunmuştur.
Neolitik döneme ait, sıva parçaları, opsidon araç ve gereçler, ok uçları, küçük mızraklar, seramikler, Kalkolitik döneme ait içerisinde ölülerin gömüldüğü küpler, testi ve çömlekler, aynı mimari tarzda yapılmış üst üste ev tabanları.Tunç dönemine ait Tunç silahlar, mühürler, dörtgen planlı taş ve kerpiç evler gibi ilk mimari kalıntıları. Bu çağda kentleşme ve sınıflaşma ortaya çıkmış, kent yangından sonra surlarla çevrilmiştir. Hitit döneminde Kuziwatna Kralı Isput Ahşu ile Hitit Kralı Telepinus arasında yapılan anlaşmanın küçük bir bölümü, Gözlükule’de bu anlaşmayı yapan İsput Ahşu’nun çevresi çivi ile yazılı, ortası Hiyeroglif bir mührü, Hitit kralı 3. Hattuşil’in karısı Hepa’ya ait mühür, bir arazi bağışı ile ilgili bir çivili yazılı Hitit tableti, bir din adamı tasvir eden kristal bir heykelcik ve Boğazköy surlarına benzer bir kale kalıntıları bulunmaktadır. Gözlükule’de çıkarılan eserler Adana Müzesi’nde sergilenmektedir.
DONUKTAŞ
İlçenin, Tekke Mahallesinde bulunan Donuktaş İlçedeki anıtların en eskisi olarak bilinmektedir. Yapı özellikleri ile bir Roma mabedi olması muhtemeldir. Dikdörtgen şeklinde iç içe bölümleri bulunan çok eski bir yapıdır.Tekke Mahallesindedir.
Gayet kalın dış duvarların boyu 115 m., yapının genişliği dıştan dışa 43 m, yüksekliği 7 m, kalınlığı 6.60 m.dir. Prof. Nezahat Baydur’un yürüttüğü kazı çalışmalarından, bu yapının tapınak olduğu anlaşılmıştır.
Donuktaş’ı gezen gezginlerden Sefir Barbaro, 1545 yıllarında yazdığı eserinde buranın bir saray olduğunu yazar, Hollanda’nın Tarsus Konsolosu Barker, 1835’de yazdığı “Kilikya” adlı eserinde “Donuktaş bir kral ailesi mezarıdır. Fakat Serdanapol’ın mezarı değildir. Çünkü Serdanpol Ninova’da yakılmıştır.” Demektedir. Donuktaş bazı kitaplarda da Jupiter Mabeti olarak geçmektedir.
Bir efsaneye göre Donuktaş bir hükümdarın sarayı olup Gözlükule üzerindeymiş, Hükümdar burada kızı ile yaşarmış, zamanın peygamberi bu hükümdara darılarak sarayına tekme vurmuş. Saray ters dönerek yuvarlanmış ve bugün bulunduğu yere düşmüş.
ESHAB-I KEHF
Tarsus’un kuzeybatısında 14 km. uzaklıkta Dedeler Köyündedir. Kuran-ı Kerim’de Kehf Suresinde sözü edilen bu mağara Müslüman ve Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mağaraya 15 – 20 merdivenle inilir.
Eshab-ı Kehf Mağarasına ait bir efsane halk arasında anlatılır; “Mitolojik tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten kaçan Hıristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında yedi genç, Putperestliğe dönmeyi kabul etmediklerinden Rum Hükümdar Dakyanus’un huzuruna çıkarılmışlar. Bu hükümdar, Putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek birkaç günlük zaman vermiş. Köpekleri Kıtmir ile birlikte bu yedi genç ölümden kurtulmak için verilen süreden faydalanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlar. Allah tarafından kendilerine 300 yıl süre bir uyku verilmiştir. İlk uyanan, yiyecek almak için kente gider ama, elinde bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır. Yakalayan parayı nerede bulduğunu ve oraya götürülmesini ister. O da yalnız olmadığını yedi arkadaşıyla beraber mağarada kaldığını söyler. Onunla birlikte mağaraya geldiğinde yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey görmemiştir. Bu nedenle burası Yedi Uyurlar Mağarası diye de anılır.”
Halk arasında ziyaret dağı olarak bilinen dağ, konik biçimi ve topografik görünümü itibariyle doğal bir özellik arz eder. Mağara 300 m2 büyüklüğünde 10 m yüksekliğindedir. Mağaranın içinde 3 tünel mevcuttur. Eshab-ı Kehf Mağarasının yanına Osmanlı Padişahı Abdulaziz tarafından 1873 yılında bir mescit yaptırılmıştır.
ALTINDAN GEÇME (ROMA HAMAMI)
Roma İmparatorluk çağından kalma, Tarsus’un görkemli yapılarından olan Hamam kalıntısı İlçe merkezinde olup, Eski Cami’nin 50 m kuzeyinde yer almaktadır. Hamam kalın Horasan tabakaları, moloz taşlardan ve tuğlalardan yapılmıştır. Kalın duvarın içinde yer yer baca ve havalandırma künkleri ve duvar içinde tuğladan kör kemerler mevcuttur. Hamamın doğusundaki duvarlar kısmen sağlam olarak kalmış ve üstünü kubbeyle örtülü olduğu yarım kalan kubbe ayaklarından anlaşılmaktadır. M.S. 2-3. yy”a ait olduğu tahmin edilen yapının kuzey ve batı bölümleri tamamen yıkılmış, güney duvarında 3.5 m. genişlikte, 4 m. yükseklikte delik açılmak suretiyle yol geçirilmiştir. Bu nedenle buraya halk tarafından altından geçme denilmektedir.
ESKİ HAMAM (ŞAHMERAN HAMAMI)
Yeni Vakıf İş hanının yanında, Kızılmurat Mahallesinde yer almaktadır.Romalılardan kalma bir hamam temeli üzerine Ramazanoğulları tarafından yapıldığı söylenir. Roma döneminden kalan hamam Altından Geçme’nin uzantısı, Eski Hamam’ın olduğu yere kadar uzanır. Kapının yanındaki kitabede H. 1290, M. 1873 yılında onarım gördüğü yazılıdır. Mahmut paşa Vakfı olarak bilinir. Restore edilerek halkımızın hizmetine sunulmuştur. Efsanevi Yılanlar Padişahı Şahmeran’ın burada kesildiğine ve kanının bu hamamın duvarlarına sıçradığına inanıldığından “Şahmeran Hamamı” da denir. Plan şeması dört eyvanlı tipe giren Eski Hamam, yapılan değişikliklerle eski durumunu kaybetmiş, sıcaklık ve halvet kısımlarından oluşmuştur.Halk arasında şahmeran olarak bilinen yapı, . Hamam, kuzey güney arkasında olup, dikdörtgen plan ihtiva etmektedir. Duvarları moloz taştan inşa edilen yapı genel olarak Türk hamamı özelliklerin göstermektedir. Soyunma yeri, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümünün üzeri kubbe ile örtülüdür.Ayrıca 10 ahşap loca ve ortada sonradan betonla çevrilmiş bir havuz vardır.
KLEOPATRA KAPISI (DENİZ KAPISI)
Kleopatra Kapısı, Tarsus’un girişindedir. Bizans Döneminde inşa edilen kent surlarının Dağ Kapısı, Adana Kapısı ve Deniz Kapısı bulunuyordu.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Tarsus’u anlatırken bu kapı için İskele kapısı ismini takmıştır.Kapının yapımında Horasan harcı kullanılmıştır. Kapının kenarı at nalı şeklinde ve yerden yüksekliği 6.17 m, derinliği ise 6.18 m. dir. Tarsus’un 18. Yüzyıl sonlarına kadar oldukça sağlam üç kapılı surları, 1835 yılında Mısırlı İbrahim Paşa tarafından yıktırılmış ve sadece iki ayak üzerinde tek kemerli deniz kapısı kalmıştır.
Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın sevgilisi Romalı General Antonius ile Tarsus’da buluşmak üzere geldiklerinde, o zamanın limanı olan Gözlü Kule’de büyük bir törenle karşılanmışlar ve Deniz Kapısından şehre geldiği söylenir. Bu nedenle Deniz Kapısına Kleopatra Kapısı da denir
ONUR YAZITI (YENİ HAMAM)
Yeni Hamam İlçemiz Merkezinde Ulu Camiinin yanında yer almaktadır. Hamamın giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1785 tarihinde yapılmış olduğu belirtilmektedir. Bu kitabenin onarım sonrası konulduğu sanılmaktadır. Hamam klasik Türk hamamlarının özelliğini taşımaktadır. Hamamda soyunma, ılıklık, sıcaklık külhan olmak üzere dört bölüm mevcuttur. Soyunma yeri beşik tonozla, ılıklık ve sıcaklık bölümü kubbe ile örtülüdür. Sekizgen planlı sıcaklık kısmında dört yanda eyvanlar ve bunlar arasında halvet odaları bulunmaktadır.
Yeni Hamam’ın duvarında bulunmakta olan bu yazıt 1982 yılında yerinden çıkarılıp şimdiki yeri olan Kleopatra Kapısının kuzeyine yerleştirilmiştir. Boyu 1.45 m. eni 0.52 m.dir. Romalılar zamanında bir heykelin kaidesi olarak kullanılmıştır. Üzerindeki yazıtın Türkçe çevirisi şöyledir.
“Bu heykel imparatorluk tapınağının koruyuculuğunu iki kez yapmak, gerek kent, gerekse Kilikya eyalet yönetiminde bazı sivil ve resmi işlerde özel sorumluluk ve yetkilere sahip olmak ve bağımsız eyalet meclisi kurmak gibi pek çok ve seçkin ayrıcalıklarla onurlandırılmış bulunan Kilikya, İsaura ve Lycaonia eyaletlerine başkanlık eden, en büyük, en güzel ve en önde gelen başkent olan Severus Alexander’in Septimus Severus’un Caracalla’nın ve Handrianus’un kenti Tarsus tarafından dindar ve talihli efendimiz imparator Marcus Aurelius Severus Alexander’in esenliği için dikilmiştir.” Yazıt,Severus Alexander’in imparator olduğu yıllar arasında yani İS 222-235 yıllarına tarihlenmiştir.
JUSTİNİAUS KÖPRÜSÜ (BAÇ KÖPRÜSÜ)
Modern Tarsus kentinin doğusunda bulunan Justiniaus köprüsüne halk tarafından eskiden şehre girişte alınan Bac Vergisinden dolayı Bac Köprüsü denilmektedir.
Adana-Ankara karayolunun Tarsus girişinde ve kuzeyindedir. Berdan (Tarsus) Çayı üzerindeki köprü, İ.S.VI. yüzyılda Bizans İmparatoru Justiniaus (İ.Ö.527-566) tarafından yaptırılmıştır. Birkaç kez ve en son olarak 1978 yılında restore edilmiştir.
Eski dönemlerde köprüden geçme paralı olduğundan bu köprüye vergi anlamına gelen Bac adı verilmiştir.
MAKAM-I ŞERİF CAMİİ VE HZ. DANYAL PEYGAMBER (A.S) KABRİ
Bu cami’nin içinde Hz. Danyal Peygamber (A.S) makamının bulunmasından dolayı Makam-ı Şerif Camii olarak da anılmaktadır. Bulunduğu mahalleye ismini vermiş olan Makam Camii , bugün müze binası olarak kullanılan Kubat Paşa Medresesi’nin 10-15 m kuzeybatısında yer alan ana mekanı dikdörtgen planlı, tonozlu ve kemerlidir.
Makam-ı Şerif Camii merkezinde 1857 yılında yapılmıştır. Yeni bir bölüm de eklenmiştir .Yeni yapıdan eski kısma üç kapı açılmakta ve üç basamakla ana makama inilmektedir. Burası basık bir kubbe ile örtülüdür. Mihrabı düz ve sadedir. Doğusunda Hz. Danyal Peygamber’in (A.S) kabri yer almaktadır. Bu nedenle camiye “Makam Camii” adı verilmiştir. Hz. Danyal Peygamber (A.S) 2. Babil Kralı Nebukadnesar (İ.Ö. 605-562) zamanında yaşamış, Yahudileri Babil esaretinden ilmi ve kehanetleriyle kurtarmış bir peygamberdir. Rivayete göre Babil Kralı rüyasında İsrailoğullarından gelecek bir erkek çocuğun kendi tahtını sarsacağını bildirmesi üzerine İsrailoğullarından doğan erkek çocukların öldürülmesini emretmiştir. Bu nedenle Hz. Danyal Peygamber (A.S) doğunca onu dağ başında bir mağaraya bırakmıştır. Mağarada bir erkek ve bir dişi aslan himayesinde büyüyen Hz. Danyal Peygamber (A.S), delikanlı olunca kavmi arasına karışmıştır.
Bir kıtlık senesinde Tarsus’a davet edilen Danyal Peygamber’in Tarsus’a gelmesiyle birlikte bolluk olmuş. Bu nedenle Danyal Peygamber Babil’e geri gönderilmemiş, ölünce de Tarsus’ta şimdiki Makam Camiinin bulunduğu yere gömülmüştür. Hc.17. yılında Hz. Ömer devrinde Tarsus fethedilince, Danyal Peygamberin mezarı açtırılmış burada büyük bir lahit içerisinde altın iplikle dokunmuş kumaşa sarılı ayet uzun boylu bir ceset görülmüştür. Başından geçen maceraların sembolü olarak parmağındaki yüzüğün taşına biri erkek olan iki aslanın arasında genç bir çocuk,dişi aslan onu yalıyor şeklinde işlenmiştir. Cesedin Yahudiler tarafından çalınmaması için, Hz. Ömer’in emri üzerine önceki yerine gayet derince defnettirilip üzerinden de Berdan Nehrinden gelen ufak bir çayın suyunu kabrin üzerinden geçecek şekilde akıtıp hiç kimsenin kabre el sürmeyeceği şeklinde emniyete alınmıştır. Nitekim caminin son tamiratı sırasında çok derinlerde caminin arka ve alt kısmında suyun giriş yerinde gayet kalın ve gayet muntazam mazgal demirleri çıkmıştır. Danyal Peygamberin cesedi, bu mazgallardan geçen suyun çok aşağısındadır.
ULU CAMİ (CAMİ-İ NUR)
Cami-i Nur adıyla anılan ve bulunduğu semte de Cami-Nur ismini veren bu cami, Tarsus merkezinde yer alan Türk-İslam sanatının önde gelen eseridir.1579 yılında Ramazanoğullarından Piri Paşanın oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılmıştır.Selçuk-Osmanlı üslubunda tek şerefeli minaresi olan camii yapımında tümüyle kesme taş kullanılmıştır. 47X13 m. boyutlarında dikdörtgen plana sahip caminin iç avlusuna 10 m. yüksekliğinde, 7.20 m. genişliğinde olup, doğu, kuzey ve batı bölümlerini kapsayan 14 mermer sütunun taşıdığı revak vardır.Avlu taş levhalarla kaplı olup, ortada (H.1323) tarihli onarım kitabesi bulunan bir şadırvanı mevcuttur. Camiye kuzey yönünden abidevi portalla girilir. Bu portal Memlük mimarı özelliklerini taşıyan siyah beyaz mermerlerle süslüdür. Son cemaat yeri, doğu- batı doğrultusunda 14 adet baklava dilimli sütunların taşıdığı orijinal kiremitlerle örtülü 16 kubbeden revaklı ve 5 kapılı avlu yer alır. Caminin iç mekan sütunları “İran Kemeri” adı verilen yarı sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Caminin minber, mihrap ve müezzin mahfili mermerden yapılmıştır.
Caminin doğu bölümünde ayrı mekanda Hazreti Şit ve Lokman peygamberlerin makamları ve Abbasi Halifesi olan ve Pozantı’da 833 (H.218) yılında ölen Me’mun’un kabri bulunmaktadır.
Cami Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 01.11.1990 gün ve 696 sayılı kararı ile tescil edilmiştir.
TARSUS ŞELALESİ VE ROMA MEZARLARI
Tarsus İlçe Merkezinin kuzeyinde Berdan (Kydnos) Çay’ı üzerindedir. Berdan nehrinin bu bölümünde nehir suyu 4-5 metrelik bir yükseklikten dökülerek şelale meydana getirmektedir. Romalılar döneminde şelalenin bulunduğu alan nekropol (mezarlık) olarak kullanılmıştır. Şelalenin bulunduğu alanda konalemera yapıya sahip kayalara oyularak yapılmış mezarlar nehrin akış yükseltisi altında ortaya çıkmasından sonra oldukça tahrip olmuş durumdadır.
CUMHURİYET ALANI ANTİK KENTİ
Tarsus İlçesi Merkezinde çok katlı otopark projesi temel hafriyat çalışmaları esnasında zemin seviyesinin 5 m. altında antik bir yola tesadüf edilmiştir. 68 m.lik bölümü ortaya çıkarılan yolun genişliği 7 m. olup, poligonal teknikte bazalt taştan inşa edilmiştir. Yolun altında 1.70 m. yükseklikte, 70 cm. genişlikte orijinal kanalizasyon sistemi ve tali kanallarla, cadde kenarlarında konglemera taştan yağmur sularını toplayan kanallar mevcuttur. Antik yolun sağ tarafında sütunlu stilabot yer almaktadır. Roma döneminde yapıldığı tahmin edilen yolun Bizans ve İslami dönemlerde de kullanıldığı yapılan çalışmalardan anlaşılmıştır.
ANTİK MEZAR KALINTISI
Tarsus İlçesi, Caminur Mahallesi, 305 ada, 21 parsel üzerinde yapılan Emniyet Sarayının temel atma hafriyat esnasında ortaya çıkan kesme kireç taşından inşa edilen anıt mezarın güneyinde bir giriş kapısının bulunduğu, girişin her iki yanında birer kilinesi bulunan bir oda ile bağlantılı ikinci bir odanın bulunduğu görülmüştür. Üst bölüm ikinci katta, orta zemine açıklığı olan ve yanlarda kilineler bulunan bir mekan ve bu mekanın kuzeyinde yüksek kilineli bir mekanın daha mevcut olduğu tespit edilmiştir. Müze Müdürlüğünce yürütülen çalışmalar sonucunda mezar içinde bulunan pişmiş toprak lahitler ve diğer buluntular Müze Müdürlüğüne taşınmıştır.
ROMA YAPI KALINTISI
Tarsus İlçesi Merkezi, Eski Ömerli Mahallesi, 875 ada, 101 parselde Milli Eğitim Bakanlığınca yaptırılmak istenen Barbaros Hayrettin Lisesi inşaatı hafriyat çalışmaları sırasında zeminden 3.30 m. alt seviyede açığa çıkan, Roma döneminde yapıldığı belirlenen yapı kalıntısı dikdörtgen planlı olup, beşik tonozludur.Kesme kalker taşından yapılma, sıvalı, doğu batı ekseninde olan koridorun uzunluğu 37.13 m. genişliği 3.30 m. dir. Doğu batı doğrultusunda uzanan koridorun kuzey cephesinde 8 kapı açıtı, güney cephesinde ise kazı sonucu açığa çıkarılan bir merdiven girişi, binaya girişi sağlayan ve içi temizlenen, duvarları freskli, zemini mozaikli oda ve 3 kapı açıtı bulunmaktadır. Doğu cephede de kemerli bir kapı açıtı bulunmaktadır. Roma yapısı Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 19.01.1998 gün ve 2951 sayılı kararı ile tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır.
BİLAL-İ HABEŞ MAKAMI VE MESCİDİ
Bilal-i Habeşi Makamı ve Mescidi, Ulu Caminin güneybatı tarafında bulunmaktadır. Peygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V.)’ in müezzini olan Hz. Bilal-i Habeşi’nin (R.A) Hz. Ömer (R.A) zamanında feth edilen yerleri ziyareti esnasında Tarsus’a geldiği, Kırkkaşık denilen yerde, yani şimdiki makamı ve mescidi bulunan yerde ezan okuyup, namaz kıldırdığı için 7. Yüzyılda makamı, 16.yüzyılda da mescidi inşa edilmiştir. Mescid kara planlı olup, üstü büyük bir kubbeyle örtülüdür. Üç bölümlü, üç kubbeli son cemaat mahalli mevcuttur. İçeride Bilal-i Habeşi’ye ait makam kısmı vardır. Ayrıca mescidin yanına bir de kuyu inşa ettirilmiştir. Osmanlı arşiv belgelerinde, 1519 tarihinde Bilal-i Habeşi makamı adına bir vakfın kurulduğu anlaşılmaktadır.
MENCEK BABA TÜRBESİ
Tarsus İlçesi Merkezi, Tekke Mahallesinde bulunmaktadır. Nakşibendi Şeyhlerinden Mehmet Bey tarafından yaptırılmıştır. Halk tarafından Mencek Baba diye adlandırılan türbeye ait kitabe, güneydeki giriş kapısının üzerinde yer alır.
Osmanlı Devleti arşiv belgelerinde Mencek Zaviyesi (Küçük Tekke) olarak kayıtlara giren yapının, vakfiyesinden anlaşıldığına göre İmam Kuseyrizade Şeyh Abdullah Mencek tarafından inşa edilmiştir. Yine aynı zat tarafından H.781 (M.1379)’ da vakfiyesi de tanzim edilmiştir. Vakfiyesinden Orta Asya’dan ve Doğu Türkistan’dan Anadolu’ya gelen ve gelecek Türklerin uğramaları ve konaklamaları için kurulmuş olduğu ifade edilmektedir. İçeride bir mezar sanduka yer almaktadır. Güney tarafında bir mihrabı bulunan yapının kubbesinde dekoratif anlamda renkli süslemeler görülmektedir.
DUATEPE TÜRBESİ
Tarsus İlçesi Merkezi, Kleopatra kapısının kuzeydoğusunda, Gözlükule Höyüğünün batı eteğinde Karamehmetler İlköğretim okulunun bahçesinde bulunmaktadır. Osmanlı Devleti zamanında yapıldığı tahmin edilen türbe, taş yığma avlu içerisinde yer almaktadır. Yapı kare planlar ve kubbelerden oluşmuş olup, bugünkü durumu bakımsız ve harap bir vaziyettedir.
MEHMET FELAH TÜRBESİ
Tarsus İlçesi Merkezi, Adana Caddesi üzerinde bulunan Demirkapı Camiinin içerisinde yer almaktadır. Türbe Tarsus’u Ermenilerden alan Halep Saltanat Naibi Harzemli Seyfettin Timur’un şehit düşen kumandanı Felahoğlu Nureddin adına Osmanlı Padişahı II. Abdulhamit tarafından (1903 yılında) yaptırılmıştır.
KUBAD PAŞA MEDRESESİ
Tarsus İlçesi Merkezi. Tabakhane Mahallesinde bulunmaktadır. 1970 yılından bu yana Tarsus Müze binası olarak kullanılmaktadır. Yapı Ramazanoğullarından Piri Paşa’nın kardeşi Kubad Paşa tarafından 1553 tarihinde medrese olarak inşa edilmiştir. Medrese dikdörtgen planlı olup, ortada avlunun etrafında 16 oda sıralanmıştır. Orijinalinde iki katlı, tek eyvanlı, açık avlulu medreseler grubundandır. 1970 yılında yapılan onarımlarda orijinal şeklini büyük ölçüde kaybetmiştir. Tamamen kesme taştan yapılan medresenin girişi batıdan görkemli, süslemeli, Selçuklu stilinde orijinal bir kapıdan sağlanmaktadır. Medrese odalarının tavanları tonozlu olup, odalarda birer ocak bulunmaktadır.
KIRKKAŞIK BEDESTENİ
Her dönem hareketli bir ticari ve siyasi merkez olan ve kültürlerin kesişme noktasında bulunan Tarsus’un en önemli tarihi yapılarından biri de Kırkkaşık Bedesteni’dir.
Ramazanoğulları Beyliğinden Piri Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından 1579’da yaptırılmış olan Kırkkaşık Bedesteni, ilk dönemlerde imarethane (Aşevi) ve medrese olarak kullanılmışsa da, cumhuriyetten sonra kapalı çarşı olarak işlev görmüştür. Geçmişte Beyaz Çarşı olarak da bilinen Kırkkaşık Bedesteni, dikdörtgen plana sahiptir. Bedesten adını, yapının dış cephesinde bulunan kaşık süslemelerinden almaktadır. Kesme taştan inşa edilen binaya batı ve doğu yönündeki iki kapıdan girilebilmektedir. İçerisinde 21 oda bulunan yapı 7 kubbeden oluşmaktadır. Ayrıca, içerden iki merdivenle çıkılan iki kule oda ve batı yönünde dış cephedeki iki oda ile birlikte oda sayısı 25’tir.
Mülkiyeti, Vakıflar Bölge Müdürlüğüne ait olan Kırkkaşık Bedesteni, Tarsus Belediyesi tarafından kiralanarak 2004 yılında restore ettirilmiştir. Kırkkaşık Bedesteni, 2005 yılında Tarihi Kentler Birliği “Proje Yarışma Ödülü” almıştır.
Tarsus Belediyesi, 2006 yılında, turizm alanında gelişme çabası içinde olan kentin hem tanıtımında hem de sosyo-ekonomik ve kültürel alanlarda katkı sağlaması hedefi doğrultusunda bedestenin dükkânlarını işletmecilere kiralamıştır. Bedesten 7 Mart 2007’de yapılan açılış töreni ile yeniden faaliyete geçmiştir.
Bedesten içerisinde yer alan dükkân ve bürolarda, başta yöresel el sanatlarına ait seramik, ahşap, bakır, gümüş, deri, dokuma turistik hediyelik ürünler olmak üzere, yöresel damak tatlarının sunulduğu yiyecek ve içecekler ile kent tarihini, toplumsal ve kültürel yaşamının anlatıldığı çeşitli yayınlar sergilenmekte ve satılmaktadır.
SAĞLIKLI KÖYÜ ANTİK YOLU VE KAPISI
Sağlıklı Köyü Tarsus’a 15 km. uzaklıkta olup, köyün yukarı dağlık kısmında ana kaya üzerinde taş levhalarla döşeli Roma yolu vardır. Roma yolu yüksek bir yerde olup, buradan Tarsus ve civarı sahile kadar görülebilmektedir. Yolun genişliği yaklaşık üç metredir. Ve 3 km. lik kısmı sağlam durumdadır. Yolun her iki tarafında bulunan korkuluk duvarı yol boyunca devam etmektedir. Yol güzergahı üzerinde Roma ve Bizans devirlerine ait mezarlar ve yolla ilgili yazılı onarım kitabeleri bulunmaktadır. Söz konusu bu roma yolu üzerinde kemerli bir yapı vardır. Bu kapının zafer takı ve kilikya sınırlarının başlangıç yeri olduğu veya sınır kapısı olarak yapıldığı tahmin edilmektedir. Tek sıra kesme taştan yapılan kapının genişliği 8.80 m, yüksekliği ise 5.20 m.dir.
ÇAVUŞLU KÖYÜ GÖZETLEME KULESİ
Tarsus-Pozantı karayolunun 25. Km.sinden sağa dönülerek 7 km. stabilize yoldan sonra Çavuşlu Köyü mevkiindeki gözetleme kulesine ulaşılır. Vadiye hakim bir tepe üzerinde bulunan ve ortaçağda inşaa edilen gözetleme kulesi dörtgen planlı, duvarları kesme taştan yapılmıştır. İki katlı olan yapının orta kat ahşap kiriş yerleri görülmektedir.
GÜLEK KALESİ
Tarsus’un yaklaşık 60-65 km. kuzeyinde yer alan Gülek Beldesi’ndedir. Bu kale Kilikia Kapıları’nın da 2 km. güneybatısındadır. Temelleri Orta Çağ’a kadar giden kale strarejik açıdan önemli bir noktada yer almaktadır. Bunu sağlayan neden ise buranın giriş ücreti alınan bir yer olması ve Tarsus’a giden yol üzerinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Mimari plan, taş işçiliği ve yüzey buluntularına göre kalenin farklı dönemlerde iskan gördüğü anlaşılmaktadır. Bir süre aristokratların himayesinde idare edilen kalenin, 1198-1199 taç giyme listesinde Gülek’in Lordu olarak Smbat’ın adı geçmektedir. 1838-1939 ‘da İbrahim Paşa Osmanlı yönetimine karşı çıkardığı isyanda bu yerleşimi kısa bir süre işgal etmiştir. Kalenin kuzey ve batı duvarlarındaki işçilik 1830’lu yılların sonlarında Pozantı yakınlarındaki İbrahim Paşa tarafından yaptırılan tabyalara benzemektedir.
Kaleye giriş güneydeki kapıdan sağlanmaktadır. Kuzey ve kuzeydoğusu çok dik sarp kayalıklar üzerinde olduğu için, güneyi gibi tahkim edilmemiştir. Güney ve batısındaki sur duvarları rahatlıkla izlenebilmektedir. Yuvarlak veya kare planlı büyüklü küçüklü kulelerle bu surlar güçlendirilmiştir. En doğu ucunda bir de sarnıç yer almaktadır. Duvarlarında bosajlı kesme blok taşlar kullanılan kalenin üzerinde iki yeni yapı bulunmaktadır. Müştemilatı içerisinde ise giriş kapısının sağ tarafında yer alan yapı hariç ayakta kalan mekan pek yoktur. Yüzeyde sarı ve yeşil renklerde sırlı veya sırsız seramik parçaları çok sayıda göze çarpmaktadır.
GÜLEK KARBOĞAZI KUVAYİ MİLLİYE ANITI
Pozantı’da mahsur kalan Fransız kuvvetleri Pozantı’da Kuvayi Milliye milisleri tarafında her gün taciz edilmekteydiler. Bu nedenle Pozantı’da tutunamayacaklarını anlayan Fransızlar bir yarma hareketiyle Pozantı’daki ablukan kurtulup Namrun ve Gözne yaylalarını geçerek Mersin’e gitmek istiyorlardı. Bu planı 25 Mayıs 1920 tarihinde uygulamaya koyan, nişan sahibi tabur komutanı Binbaşı Menil, ordusuyla yola koyulmuş, yolda tesadüf ettiği Kumcu Veli’yi ve Gülekli Hatice’yi yanına rehber olarak almıştır. Tekir’e gelen Fransızlar, şoseden ayrılmışlar, Kumcu Veli’nin ısrarıyla Elmalı boğazına doğru, patika yolu takip etmişlerdir. Bu yol Kumcu Veli ve Gülekli Hatice sayesinde Fransızların ölüm yolu olacaktır. Gülek’e haberi götüren Gülekli Hatice’dir. Karboğazı’na giren Fransızlar artık ölüm boğazına girmişlerdir. Boğaz, dik yamaçlı, dar bir deredir. Derenin iki yakasına on yedişer kişi pusuya yatmış, arkadan gelen on kişi de düşmanın geriye dönüşünü engellemiştir. Açılan ateş sonunda düşman, canının derdine düşmüş, cephanelerini ve katırlarını bırakarak Teke yaylasına ve Yılan ovasına doğru kaçmaya başlamışlardır. Canlı kalan Fransızlar, ertesi gün Karaisalı’dan gelen ve Kara Afet lakaplı Binbaşı Hasan AKINCI’ya teslim olmuşlardır. Gülek’li kahramanlar, aldıkları esirleri Gerlez semtine getirmişler, etli bulgur pilavı ve ayran ikramında bulunmuşlardır. Bu olayı temsil eden resim bugün Anıtkabirin Kuvayi Milliye müzesinde yer almıştır.
Karboğazı savaşı, Çukurova’nın kurtuluşunda bir dönüm noktasıdır. Karboğazı savaşı dünya savaş tarihinde eşine rastlanmayan bir kahramanlık destanıdır. Daha sonra yapılacak Ankara antlaşmasının temelini oluşturur. Karboğazı’na Kuvayi Milliye anıtı dikilerek, kahramanlar ve bu zafer ölümsüzleştirilmiştir.
GÜLEK YAZITI (İSKENDER YAZITI)
Çukurbağ Köyü’nden çıkıp, Sarışıh Kervansarayı’nı geçip otobana girdikten sonra gişelerden çıkılıp Tekir (Akçatekir) yoluna girilir. Sonra sağ taraftaki otobana paralel giden eski yola dönülür. Yazıt yaklaşık 5 km. uzunluğundaki yolun sonunda, ana kaya kütlesinin batı eteğindedir. Söz konusu kaya kütlesinin tepesinde de etrafı düzeltilmiş bir çıkıntı yer almaktadır. Latince olan bu yazıtta “ İmparator Caesar Marcus Aurelius Antoninus sadık, mutlu, yenilmez Augustus (Caracalla) bu yolu dağları delerek yaptırdı” yazmaktadır. Altta yer alan iki satır Yunanca yazıtta ise Kapadokya Bölgesi ile Kilikya Bölgesi’nin sınırını belirten “ Kilikia’nın Sınırı” yazısı bulunmaktadır.
Halk arasında “İskender Yazıtı” olarak bilinen bu yazıt aslında İmparator Caracalla’ya aittir. Pozantı’dan Gülek Boğazı’na ulaşan yolun İ.S. 3. yüzyıl başlarındaki Parth seferleri nedeniyle artan doğu seferleri sırasında Tuna boylarındaki lejyonları Fırat boylarına sevkedebilmek amacıyla genişletilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumu destekleyen diğer yazıtlardan birisi Gülek Boğazı’nın hemen kuzeyindeki bölgede bulunan iki mil taşından birinin üzerinde yer almaktadır. Bu yazıtın Gülek Boğazı’ndan uzaklığı 15 mil olarak verilmiştir. İ.S. 217 yılına tarihlenen bu yazıt sayesinde Gülek Boğazı’ndan geçen yolun o devirdeki adının Via Tauri=Toros yolu olduğunu ve İmparator Caracalla’nın burada geçiti genişlettirdiğini öğrenmekteyiz. Yine İmparator Caracalla’ya ait bir çok mil taşı daha bulunmaktadır. Bunlardan bir kaçı Adana Müzesi’ndedir.
İBRAHİM PAŞA Türk vezir(Kavala 1789-Kahire 1848)
Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu. İstanbul’da öğrenim gördü. 1805’ten beri Mısır valisi olan babasının yanına gitti (1806). Babası tarafından güçlü bir ordunun başında Hicaz’a gönderildi.(1816) Mekke ve Medine’yi alarak burada dirlik ve düzeni yeniden kurunca, padişah tarafından kendisine paşa ünvanı verildi(1817). 1832 yılında Adana’yı, 1833 yılında da Kütahya’yı aldı ve ordugahını burada kurdu. Bu yıllarda meydana gelen Mısır ayaklanmasının uluslararası bir kimlik kazanması üzerine yerli ve yabancı heyetler Kütahya ile İstanbul arasında mekik dokumaya başladılar. Sonuçta imzalanan Kütahya Antlaşması’yla (1833) İbrahim Paşa Adana eyaleti dışında Anadolu’yu boşaltmayı kabul etti. Mısır ,Sudan, Hicaz, Filistin, Lübnan, Suriye eyaletleri babasına bırakıldı. Osmanlı Devleti’nin tarihinde yedi eyalet ilk kez bir tek valinin yönetimine verildi. Antlaşmadan sonra İbrahim Paşa, babası tarafından Suriye valiliğine atandı ve Mehmet Ali Paşa ayaklanmasının ilk evresi böylece sona erdi. 1839’da vergilerin artırılması gibi çeşitli sebeplerle Suriye halkının ayaklanmasıyla bu olayın ikinci evresi başladı. İbrahim Paşa savaşı kazanmasına rağmen Suriye’deki ayaklanmaları bastıramadı. Avrupa devletlerinin arabuluculuğu sonunda yeni padişah Abdülmecit’in temsilcisi Mustafa Reşit Paşa ile Mehmet Ali Paşa arasında varılan anlaşmaya göre (1840) Mısır –Sudan valiliği onun soyundan gelenlere bırakıldı, buna karşılık olarak İbrahim Paşa Filistin ve Suriye’den çekilmeyi kabul etti. Daha sonra Kahire’ye dönmesiyle Osmanlı Devleti açısından Mısır bunalımı sona ermiş oldu. 1848 yılında babasının yerine Mısır’ın yönetimini üstlendi. Kısa bir süre sonra da öldü. 1952’de varlığına son verilen Mısır kral hanedanı onun soyundan gelmedir.
İBRAHİM PAŞA TABYALARI (GÜLEK)
İbrahim Paşa Tabyaları oldukça sağlam ve bölgemizde sayısı çok az olan Osmanlı Dönemi yapılarındandır. Yaklaşık 1830’lu yıllarda, doğudan gelecek saldırılara karşı koymak için İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Tarsus Pozantı istikametinde otobanda ilerlerken Adana’ya bağlı Tekir (Akçatekir) Yaylası mevkiine gelmeden yolun solundaki yüksek tepe üzerinde bir yapı görülmektedir. Bu yapı Kızıl Tabya (Büyük veya Fenerli Tabya)olarak adlandırılmaktadır.. Burada yer alan diğer tabyalar Yer Tabyaları , Armutlu Tabya ve Ak Tabya(Beyaz- Küçük Tabya) ‘dır. Bunlardan Kızıl Tabya , Ak Tabya ile karşılıklı olarak iki yüksek tepeye yapılmışlardır ve birbirlerini görmektedirler. Antik dönemden beri stratejik konumu olan bu yer bu anlamda Gülek Kalesi ve Gülek Yazıtı ile de uyum içerisindedir. Bu tabyalardan çıkarılan birkaç top Gülek Kasabasına nakledilmiştir.
KIZIL TABYA
Yapının üç katlı olduğu tahmin edilmektedir. Alt katlarda havalandırma açıklıkları bulunurken üst katta ince uzun mazgal pencereleri vardır. Bütün odalar birbirleri ile bağlantılı değildir. Genelde kapıdan içeri girildiğinde solda iç içe geçen iki oda ve diğer tarafta ayrı bir oda şeklinde mekanlar sıralanmıştır. Malzeme olarak yörenin taşı kullanılmıştır. Az kalker ve konglomera kayalıkların kabaca düzeltilerek aralarına küçük ve iri taşların kireçle karıştırılması sonucunda oluşturulan harçla yapılan duvar örgüsü kullanılmıştır. Yapılar tonozludur. Pencere kemerlerinde bazı yerlerde tuğla, bazı yerlerde taş kullanılmıştır. Kalenin temelleri düşey pozisyonda ve daha iri, yüzeyi çentikli taşlarla örülmüştür. Bu tabya Adana il sınırları içerisinde kalıyor olsa da diğerleriyle bütün oluşturduğu için kitaba dahil edilmiştir.
YER TABYALARI
Kızıl Tabya’nın önünden geçen Elmalı Deresi’nin altındadır. Eski Tarsus-Adana karayolunun kenarlarında sağlı sollu ve karşılıklı olarak yapılmışlardır. Oldukça sağlam olan bu yapıların orman alanının altında kalmış olmalarından planları tam olarak anlaşılamamaktadır. Yine tonozlu ve birbirine geçişli mekanlardan oluşmaktadırlar.
ARMUTLU TABYA
Tarsus’tan Pozantı’ya doğru giderken Tekir Yaylası’na gelmeden sağa ayrılan eski yola dönülür. Gülek Yazıtı’na giderken biraz ilerleyince yolda Beylik Han, Deve Damı, Arkasıdelik Han gibi isimlerle adlandırılan küçük bir hana ulaşılır. Bu hanın kuzeydoğusunda orman arzisi içerisinde, rahatlıkla görülemeyen toprak altında kalmış yapı kalıntılarına verilen isimdir. Bu nedenle plan olarak tam izlenememektedir. Ancak büyük kısmı sağlamdır.
BEYAZ TABYA
Hacın Dağı eteklerindedir. Kızıl Tabya ve Yer Tabyaları ile birbirini bütünleyen aynı aks üzerinde yer alan bir güzergahtadır ve bu güzergahın yer altı tüneli ile bağlantılı olduğu da söylenmektedir. Buruyu ulaşmak için yine Gülek Yazıtı’na giden eski yolun kenarında bulunan Aspava Yaylası’nın arkasında yer alan orman arazisine girilir ve devamında tırmanarak bu tabyalara ulaşılır. Girişi güneyde olan bu tabya yuvarlak planlı ve üç katlıdır. Bu yapıda yörenin taşından, meyilli temeller üzerinde yapılmış ve etrafına hendek açılmıştır.Mekanın ortasında bulunan yapı tamamen yıkılmıştır. Alt katta havalandırma pencereleri, üst katta gözetleme pencereleri ve seyirdim alanı bulunmaktadır. Ancak bu pencereler her yerde aynı seviyede değildir.
SARIŞIH HANI
Sarışıh Hanı, Tarsus İlçesi, Çukurbağ Köyü, Sarışıh Mahallesi yerleşim alanının batısında bulunmaktadır. Han doğu-batı eksenli olup, tahminen 30 m. uzunluğunda, 12 m genişliğinde ve 5-6 m yüksekliğindedir. Dikdörtgen planlı han küçük kesme taşlardan Horasan harcı ile yapılmıştır. Güney cephede yuvarlak tonozlu giriş koridoru bulunmaktadır. Hanın içi yuvarlak tonozludur. Tonozun üstü dıştan beton ile doldurulmuştur. Yapının muhtemelen beylikler döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Hanın yanında bir de çeşme bulunmaktadır.
TARSUS ŞEHİTLER ABİDESİ
Tarsus İlçe Merkezi, Cumhuriyet Caddesi üzerindedir. Tarsus’un kurtuluşunda şehit düşenlerin anısına, 1955 yılında yaptırılmıştır. Kurtuluş Savaşında Tarsus’un çeşitli yerlerinde şehit olanların naaşları alınıp, bu anıtın altındaki katakampa konulmuştur. Adana Koruma Kurulunca tescil edilerek koruma altına alınmıştır.
ÇAM ALAN TÜRK ŞEHİTLİĞİ
Tarsus-Ankara E-5 karayolunun 47. Km.sindeki Çamalan Kasabasında şehit düşen bir subay ve 29 ere aittir. Adana Koruma Kurulunca tescil edilerek koruma altına alınmıştır.
ESHAB-I KEHF ŞEHİTLİĞİ
Tarsus Çamlıyayla karayolunun 20. Km.sinde yolun sol tarafındadır. Ulaş Köyü sınırları içerisindedir. İçerisinde 4 adet mezar bulunmaktadır. Şehitlik Sadi AKŞAHİN isimli bir hayırsever tarafından yaptırılmıştır. Burada yatan şehitlerin Tozkoparan Müfrezesine mensup oldukları söylenmektedir.
SU KEMERİ
Tarsus İlçe Merkezinin 700-800 m kuzeydoğusunda bulunan Su Kemeri 10X3 m. ebatlarında, 12 m. yüksekliğindedir. Yapının içi moloz taşlardan harç kullanılarak yapılmış, yüzeyi ise tuğla ile düzgün bir şekilde inşa edilmiştir.
MAHMUT AĞA HÖYÜĞÜ
Tarsus- Adana karayolunun sağ tarafında Mahmutağa Köyünün bitişiğinde bulunmaktadır. Geniş yayvan höyüğün üst kısmı tarla malikince düzeltilmiş ve tahrip edilmiştir. Höyükte Hitit dönemine kadar olan katlar tespit edilmiştir. Höyük Adana Koruma Kurulunca tescil edilmiştir.
ALİEFENDİOĞLU KÖYÜ HÖYÜĞÜ
Tarsus İlçe Merkezine bağlı Aliefendioğlu Köyü sınırları içinde yer almaktadır. Höyük Adana Koruma Kurulunun 21.10.1992 tarih ve 1311 sayılı kararı ile tescil edilmiştir.
NACARLI KÖYÜ HÖYÜĞÜ
Tarsus İlçesi, Nacarlı köyü sınırları içinde yer almaktadır. Höyük köyün batısında yüksek bir tepelik üzerinde olup, üst düzeyde yoğun Roma Bizans dönemi seramik kalıntıları bulunmaktadır. Ayrıca köyün içinde geçen dere üzerinde tek kemer göze sahip bir ortaçağ köprüsü vardır. Höyük koruma altına alınmıştır.
TEPE KÖYÜ HÖYÜĞÜ
Tepeköyü sınırları içinde bulunan höyük doğal bir tepe üzerinde yer almaktadır. Höyükte su sarnıçları, toprağa gömülü pt.küpler ve yoğun yapı malzemeleri bulunmaktadır. Höyük koruma altına alınmıştır.
KAKLIK TAŞI KÖYÜ NEKROPOL ALANI VE ÖRENYERİ
Kaklıktaşı Köyü sınırları içinde vadiden batıya yükselen kaya kütlesine oyulmuş Roma devrine ait mezarlar topluluğu bulunmaktadır. Kaya mezarlarından içeri girildiğinde geniş mezar odası ve ortada diktörtgen çukurluk ve mezar odasının yanlarında ölü hediye nişleri yer almaktadır. Söz konusu nekropol alanının çevresinde küçük yerleşim alanları mevcuttur.
KARADİKEN KÖYÜ MEZAR ANITI
Karadiken Köyünde yüksekçe tepe üzerinde dışı kesme taşlardan yapılmış mezar anıta M.S.2. nci – 3.yy. tarihlenmektedir. Anıtın üst kısmı yıkılmıştır. İç örgüsü ara kısım molozlarla doldurulmuştur.
BELEN KÖYÜ NEKROPOL ALANI VE ÖRENYERİ
Belen Köyü yakınında kireç taşı kayalık üzerinde M.S.2 ve 3. yy. Roma devri lahit ve kaya mezarların bulunduğu nekropol alanı bulunmaktadır. Yakın çevresinde küçük bir örenyeri mevcuttur.
KEŞBÜKÜ KÖYÜ NEKROPOL ALANI VE ÖRENYERİ
Keşbükü Köyü sınırları içinde anayola girişin sağ ve solunda M.S. 3-4. yy.a tarihlenebilen geniş bir nekropol alanı bulunmaktadır. Nekropol alanının doğusunda tepe düzlüğü üzerinde aynı devre tekabül eden bina ve su sarnıcı kalıntıları yer alır. En ilgi çekici olanı, yolun sol girişindeki kayaya oyulmuş mezarlardır. Keşbükü köyünün içinden geçen çayın geldiği güzergah içinde iki adet mezar ve bir adet küçük bir kaya tapınağı bulunmaktadır. Tapınağın kaya civarına yazılmış beş satır yazı mevcuttur.
ÇEVRELİ (MUHAT KÖYÜ KİLİSE KALINTISI)
Köy yakınında bir adet 6-7. yy’a ait kilise kalıntısı bulunmaktadır. Kilisenin apsis ve yan duvarlarının bir bölümü ayakta kalabilmiştir. Kilisenin duvarları çok tahrip olmuş, apsisin arka kısmı yıkılmıştır.
ÇOKAK KÖYÜ HAN KALINTISI VE ÖRENYERİ
Çokak Köyü sınırları içinde Kuzoluk mevkiinde büyük bir han kalıntısı yer almaktadır. Duvarlarının bir kısmı sağlam olarak günümüze kadar gelmiştir. Han kompleksine yakın kayalık arazi üzerinde yapı kalıntıları bulunmaktadır. Ayrıca bir de çeşme binası mevcuttur.
NUSRAT MAYIN GEMİSİ
Nusrat Mayın Gemisi 3 Eylül 1914’te Çanakkale’ye gelmişti. Almanya’da özel şekilde mayın dökme gemisi olarak inşa edilmiş bu tekne dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu. Ancak Osmanlı Devleti’nin mali sorunları ona boğazı mayınlayabilmesi için gerektiği miktarda mayın bulamıyordu. Çanakkale boğazında zaten önceden boğazı kesecek şekilde döşenmiş mayın hatları bulunmaktaydı. Ancak, düşman zırhlılarının devamlı şekilde hareketlerinin incelenmesiyle akıllara hayret verecek bir gerçekle karşılaşılmıştı.
6 Mart gecesi Cevat Bey, mayın grup komutanı Hafız Nazmi Bey’e “Oğlum, diyordu. Sana çok önemli bir görev veriyorum. Vatanın selameti bu görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlıdır. Yarın akşam, Nusrat’le son 26 mayınını şu gördüğün karanlık limanda kıyıya paralel olarak dökeceksin. Düşman hareketinizi seçer, size saldırıya kalkışırsa kıyı toplarımız önceden aldıkları talimata uygun olarak hareket edecek ve sizi himaye ateşiyle koruyacaklar. Kendinizi göstermemeye çaba harcayın. Allah yardımcınız olsun.”
Evet. Bu sefer mayınların boğazı kesecek şekilde değil de kıyıya paralel olarak Karanlık Limanına dökülmesi fikri, mayın uzmanlarının ince bir çalışmayla ortaya çıkardıkları mükemmel bir fikirdi. Çünkü düşman zırhlıları boğaza gurup gurup giriyor ve görevini tamamlayan grup ikmal yapmak için geriye dönerken arkadaki grupların yollarını kesmemek için boğazın en geniş yerlerinden biri olan Karanlık Liman’da manevra yapıyordu. İşte mayınlar da bu manevra sahasına kıyıya paralel ancak manevra hattına dik olarak yerleştirilecekti. Fakat bu işin sonu her ne kadar büyük bir zaferi getirebilecek olsa da bir o kadar zordu.
Nazmi Bey, ertesi gün Nusrat mayın gemisi komutanlığı yapacak olan Tophaneli Yüzbaşı Hakkı’yı buldu. Her iki subayda çok iyi arkadaştılar. İki gün önce kalp krizi geçiren Nusrat’ın genç komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey, sağlığı için yerine bir başkasını görevlendirmeyi önceden Çanakkale müstahkem mevki komutanı Cevat Bey’in ısrarlarına rağmen, savaşın ve ülkenin sorumluluğunu omuzlarında duyarak görevi kabul etti.
7 Mart’ı 8’e bağlayan gece yarısı Nusrat demir alarak Çanakkale’den uzaklaştı. Bütün ışıklarını söndürüp kıvılcım atmasın diye ocaklarını bastırmış, maskeli ışıklar altında rota izleyerek hedefine doğru ilerliyordu. Gemi daha önce döşenen mayın hatlarından geçiyor ve Karanlık Liman’a giriyordu. Deniz sakin, hava simsiyah, zifiri karanlıktı. Uzaklarda dolaşan düşman devriye gemileri pırıl pırıl yanan projektörleri ile suyun yüzünü aydınlatmaktaydı. Bir an, suyun yüzüne değen ışık silindirler hemen ardından denizi yalayarak, havaya kalkıp yeniden denizin yüzeyinde başka bir noktayı aydınlatıp derinlere inmekte ardından yine uzaklara gitmekteydi. Daha yakınlarda devriyeye çıkmış düşman gemilerinin projektör ve ışıldakları zaman zaman Nusrat’in olduğu kıyının karşısını noktalamaktaydı. Son kontroller bittikten sonra ilk mayın platforma alınmış ve atış anı beklenmeye başlamıştı. Heyecan son haddindeydi. Vatanın selameti için gerekli olan zafer kilidi, Nusrat’in elindeydi. Onu mutlaka sessizce yerine bırakmalıydı.
Sonunda Anadolu yakasındaki Akyarlara, yeni mayın hattını hazırlanacağı noktalara geldiler. Teker teker sessizce elinde kalan son 26 eski tip mayını suya bırakmaya başladı. Suya düşen her mayın belli bir sıra halinde kendisini asılı tutacak ağırlığın gerdiği teller üzerinde yer almaya başladılar. Birkaç dakika sonra tüm mayınlar belirlenen rota doğrultusunda dökülmüştü. Makineler tekrar ulaşabilecekleri en yüksek devirde çok hızlı tempoda çalıştırılmıştı. Şimdi en az mayınlar dökülüşü kadar tehlikeli olan geri dönüş yolculuğu başlamıştı. Daha önceki dökülen mayınlar ve düşman devriye gemileri Nusrat’in yolu üzerinde kol geziyordu.
Bir an için Nusrat’in çok yakınında bir karaltı ortaya çıktı. Düşman gemisi olmalıydı bu. Büyük olasılıkla düşman zırhlıları geri dönmüşlerdi ve devriye görevine devam etmekteydiler. Ara verdikleri projektörle taramaya yeniden başladıkları zaman Nusrat’i görecekler ve her şey bitecekti. Bütün personelden buz gibi terler boşanıyordu. Nihayet korktukları başlarına geldi ve düşman gemisinin projektörleri yandı. Karalığı yaran projektör ışığı az öteden, hızla, üzerlerine doğru, denizi tarayarak geliyordu. Işık dalgası kıyıları, dalgaları taraya taraya, arada bir durarak, arada bir gerileyerek ağır ağır üzerlerine geliyordu. Bu ışık silindiri ölüm kılıcına dönüşmüş, Nusrat’in böğrüne saplanacaktı ki bir mucize gerçekleşti.Ölüm ve ışık dalgasını içine girmelerine saniye kala, Türk kıyılarında yanan projektör bir mucize yarattı.
Bizim kıyıda birden bire yana projektörümüz birkaç saniye içinde, düşman projektörünü deniz üstünde yakaladı. İki projektör şimdi göz gözeydiler. Ortalığı sise yakın yoğun bir beyazlık kapladı. Beklenmedik bu ışık kavgası Nusrat’e yaşam umudunu geri verdi. Şimdi karşıyaşan iki projektör, iki düşman göz birbirinden kurtulmak için olağanüstü bir savaşa başladılar. Düşman projektör, kurtulmak için yoğun çaba harcıyor, bir türlü başaramıyordu. Nusrat, bu bazen üstünde, bazen yanında süren ışık çarpışmasının altından sessizce sıyrıldı. Olanca islim üstünde, Çanakkale yönünde yol almaya başladı.
Tehlike geçmiş verilen görev büyük bir başarıyla yapılmıştı. Nazmi Bey büyük bir sevinçle kader arkadaşını tebrik etmek istedi. Ancak Hakkı Bey cevap veremedi. Nusrat mayın gemisinin başkomutanının hasta kalbi bu ışık savaşındaki heyecan dayanamamış, heyecan kasırgası içinde duruvermişti.
Bu olaydan on gün sonra müttefik donanması saldırıya geçmişti. Savaş tam istediği şekilde, kontrollü olarak devam etmekteydi ki, birden ikmal için geri dönen gemilerde büyük patlamalar meydana gelmişti. Bunların nedeni, 7-8 mart gecesinde dökülmüş ve bundan sonrada gerek düşman pilotlarının fark edemediği gerekse 17-18 Mart gecesi mayın gemilerinin yaptığı mayın kontrolünde bulunamayan Nusrat’in mayınlarıydı.
Düşmanın yüzen kaleleri birer birer batmaya başlamıştı. Önce Bouve 639 kişilik mürettebatı ile denizin derinliklerine gömüldü. Bu andan itibaren her şey ters gitmeye başlamıştı. Bouve’in battığı yerin yakınında manevra yapmakta olan Inflexible bir mayına çarpıştığını rapor etti ve çok tehlikeli bir şekilde yan yatmaya başladı ve üç dakika sonrada Irrestible’nda yana yatmakta olduğu ve sancak tarafından mayına çarpıştığını bildiren yeşil flamanın sancak seren cundasında dalgalandığı görüldü. Daha sonra da mürettebatı kurtarılan gemi boğazın sularına gömüldü.
Muhteşem armada üç büyük gemisini (Irrestible, Ocean, Bouve) kaybetmiş, üç tanesi de (Inflexible, Golva, Suffen) ağır yaralanmış şekilde eldeki gücün üçte biri yitirilmişti. Nusrat’in yapmış olduğu görev tarihi değiştirmişti.
Müttefik donanması 18 Mart günündeki başarısızlıklarından çok şey öğrendiler. İngilizler bu yenilginin tüm faturasını son keşfini yapıp mayın yoktur raporunu veren pilota çıkardılar ve onu idam ettiler. Nusrat’in 7-8 Mart gecesi bir şehit vermek uğruna yaptığı iş ve Türk topçusunun başarısı, bir vatanın selametini sağlamış ve düşman donanmasının Marmara’ya bayraklarını dalgalandırarak girmesine izin vermemişti.
YABANCI GÖZÜYLE 18 MART İngiliz general Oglander’in, “Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekatı” adlı eserinin birinci cildinde: “Pek uygun başlamış olan gün bu meçhul mayın hattının o olağanüstü ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu yirmi mayının seferin talihi üzerindeki etkisi ölçülemez.”
Sir Ccolyen Corbet’in, “Harekatı Bahriye” adlı eserinin ikinci cildinden: “Felaketlerin hakiki sebebi keşif ve tayin olununcaya kadar çok geçmedi. Hakikat şu idi ki, 8 Mart gecesinde Türkler, haberimiz olmadan Erenköy Koyuna paralel olarak 20 mayın dökmüşler ve balıkçı gemilerimiz, aramaları esnasında bunlara rastlamamışlardı. Türkler bu mayınları özel amaçla manevra sahamıza koymuşlar, gösterdiğimiz bütün ihtiyat ve sağgörüye rağmen baş döndürücü bir zafer kazanmışlardır.”
Bahriye Nazırı Churchill 1 Ağustos 1930 tarihli “La Revue de Paris” dergisinde şöyle der: “Nusrat Gemisinin gizlice döktüğü 20 demir kap, İngilizler tarafından başarı ile başlanmış olan Çanakkale Harekatını durduran bir takım psikolojik karışıklıklar doğurdu. Yalnız başına bu engeldir ki, Türkiye’yi bir bozgundan kurtardı ve harbi uzattı. Bu yüzden mağluplar kadar muzaffer Avrupa’da sarsıldı. Kendilerini Fransa, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey İtalya topraklarının örttüğü 6-7 milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleri ile değil, 18 Mart sabahı Çanakkale’nin kuvvetli akıntısı altında, ağırlıklarına bağlı bulundukları tel halatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzünden yok olup gitti.”